Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Holokost” cenderesindeki Almanya’ya ziyareti
Prof. Dr. Kemal İnat, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 17 Kasım Cuma günü Almanya’ya yaptığı ziyareti, Türk-Alman ilişkilerinin neden rasyonel bir çizgide yürütülmesi gerektiğini ve İsrail lobisinin Alman dış politikasına etkilerini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 Kasım Cuma günü Almanya’ya yaptığı günübirlik ziyaret dünya basınında geniş yankı uyandırdı. Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile yapılan basın toplantısında Erdoğan’ın gerek İsrail’e karşı gerekse de İsrail’e en fazla destek veren ülkelerden Almanya’ya yönelik ifadeleri Batılı ülke yönetimlerinin ve medyasının duymak istemediği ifadelerdendi. Duymak istemedikleri sözleri Alman medyasına, kendi ifadesiyle “korkmadan” söyleyen Erdoğan’ın açıklamaları Alman medyasınca skandal olarak nitelendirildi. Alman medyasının dışında genel olarak Batı’daki ana akım medya kuruluşları da Türkiye Cumhurbaşkanı’nın sözlerinden duydukları rahatsızlığı gösteren yayınlar yaptılar.
Alman Şansölyesi’nin, 5 bini çocuk olmak üzere 13 bin Filistinliyi öldüren, 10 binlercesini yaralayan, milyondan fazlasını yerinden eden; hastaneleri vuran, elektriğini kesen, gıda ve su girişine engel olarak insanları açlığa mahkum eden İsrail’i savunan sözleri yadırganmadı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Holokost geçmişiniz sizi bugün İsrail’in suçlarına ortak etmesin.” anlamındaki sözleri tuhaf karşılandı. Halbuki dünyanın her yerinde sokaklara çıkıp İsrail’in katliamlarını protesto eden, ateşkes talep eden ve çocuklar başta olmak üzere sivillerin öldürülmesine isyan eden milyonlarca insanın oluşturduğu dünya kamuoyu neyin yanlış neyin doğru olduğunu söylüyor.
Almanya gibi on yıllardır insan hakları ve demokrasi konusunda söylem üstünlüğüne sahip, başka ülkelere demokrasi ve insan hakları dersi vermeye çalışan bir ülkenin Başbakanının İsrail’in sivilleri hedef alan katliamlarına “dur” diyememesi, ateşkes bile isteyememesi ve “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır.” repliği ile kendisine verilen rolü oynamaya devam etmesi skandal olarak değerlendirilmedi. Ancak yıllardır yürüttükleri kara propaganda ile “diktatör” ilan ettikleri Erdoğan’ın her iki tarafın elindeki esirlerin değişimi ve insani ateşkesin sağlanması için Almanya ile ortak çalışma teklifi, İsrail’in kimse tarafından görülmek istenmeyen nükleer silahlarının varlığına dikkati çekmesi ve “İsrail tarafından hastanelerin, ibadethanelerin vurulması ve çocukların öldürülmesine karşı sessiz kalmamalıyız” çağrısı sorun olarak görüldü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle Almanya’nın Holokost geçmişine atıf yapması Alman medyasında ve siyasetçilerinde büyük rahatsızlığa yol açtı. Fakat Almanya’da yaşayanlar bilir ki Alman televizyonlarında Holokost teması her gün işlenir ve Alman siyasetçiler yılın belli zamanlarında bu felaketi hatırlamak ve pişmanlık hissetmek zorundadır. Özellikle de İsrail ziyaretlerinde ya da İsrail’den ziyaretçi kabul ettiklerinde muhatapları, Alman siyasetçilere Holokost geçmişlerini hatırlatır. Zira Norman Finkelstein’ın ifade ettiği gibi, siyonizme hizmet eden bir “Holokost Endüstrisi” vardır. Bu endüstrinin getireceği ekonomik, siyasal ve toplumsal kazançların devam etmesi için Holokost’un unutturulmaması çok önemlidir.
Peki bu durumda İsrail lobisinin aşırı etkisi altındaki Alman siyasetçileri ve medyası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Holokost vurgusundan neden rahatsız oldular? Çünkü, Erdoğan’ın Holokost vurgusu “Holokost Endüstrisi”ne hizmet eden değil aksine siyonizmin çıkarlarına karşı bir vurguydu. Erdoğan aslında “Bir borçluluk psikolojisi içerisinde İsrail-Filistin savaşını değerlendirmemeliyiz.” diyerek siyonizmin en etkili araçlarından biri olan Holokost Endüstrisini hedef aldı ve Almanya’yı esaretten kurtulmaya çağırdı. Bu da onun bundan sonraki süreçte siyonistlerin daha fazla hedefi olması için yeterli bir sebep olacaktır. Ancak “Hastanelerin vurulmasına, çocukların öldürülmesine karşı elimiz, kolumuz, dilimiz bağlı kalırsa bunun tarihe hesabını veremeyiz.” sözleriyle Erdoğan, bu riski göze aldığını bir kez daha gösterdi.
Türkiye, Almanya için vazgeçilmez ortak
Başbakan Scholz, “Açık ve net konuşmayı severim.” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı davet ederek hangi riskleri neden göze aldı? Ziyaret öncesinde Erdoğan’ın İsrail’i “terör devleti” olarak tanımlaması ve “soykırım” yapmakla suçlaması, İsrail’in savunulmasını devlet politikası olarak gören Almanya açısından önceden planlanan bu geziyi riskli hale getiriyordu. Erdoğan’ın Almanya’da ağırlanması ve burada İsrail’i eleştiren söylemlerini tekrarlaması İsrail’i ve Batılı ülkelerdeki siyonist lobiyi rahatsız edecekti. Bu nedenle ziyaretin iptal edilmesini tavsiye edenler olmasına rağmen Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Başbakan Scholz ziyaretin gerçekleşmesi yönünde karar verdiler. Zira Türkiye Avrupa’ya yönelik yasa dışı göçün önlenmesi konusunda çok önemli bir ortaktı ve Almanya’nın önemli ticaret ortaklarından biriydi.
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2022 verilerine göre 51,6 milyar avro düzeyine ulaşırken aynı yıl içinde Almanya’nın Türkiye’ye ihracatı 27 milyar avro olarak gerçekleşti. Almanya’nın Türkiye ile diyaloğu sürdürmeyi arzu ettiği bir başka alan ise güvenlik işbirliği konusudur. Ayrıca Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrasında enerji tedariki konusunda bu ülkeyle yaşadığı sorunların ardından kendisine yeni tedarikçiler arayan Berlin için Orta Doğu, Hazar Havzası ve Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınması konusunda önemli bir geçiş ülkesi olan Türkiye ile işbirliği yapmak önemlidir.
Bu konuların her biri Almanya’nın Türkiye ile rasyonel bir ilişki geliştirmesini zorunlu kılıyor. İlk olarak, 2015 yılında yaşanan büyük mülteci ve göç dalgasının Almanya’ya yansımaları gösterdi ki bu meselenin doğru yönetilememesi ülkede aşırı sağın güçlenmesine zemin hazırlıyor ve ülkenin siyasal istikrarını derinden sarsıyor. Aşırı sağcı ve mülteci karşıtı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin anketlerde yeniden yükseldiği bir dönemde olduğumuz göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa’ya ve özellikle de Almanya’ya yönelecek yeni bir mülteci ve göç dalgası bu partinin çok yüksek bir oy oranına ulaşmasına ve ülkedeki siyasal sistemin kilitlenmesine yol açabilir. Bu nedenle Berlin’deki hükümet yasa dışı göçün önlenmesi konusunda Ankara ile yürütülen işbirliğinin sürdürülmesinin hayati öneme sahip olduğunu düşünüyor.
İkinci olarak, bir ticaret devleti olan Almanya için Türkiye gibi önemli bir pazarın kaybedilmemesi çok önemlidir. Ekonomik gücünü büyük ölçüde ihracatının ve dünyanın değişik ülkelerindeki yatırımlarının büyüklüğüne borçlu olan Almanya’nın Türkiye’de yaklaşık olarak 16 milyar dolarlık yatırımı söz konusuyken; Türkiye 2022 yılı verilerine göre Almanya’nın 15’inci büyük ticaret ortağı konumundadır.
Üçüncü olarak, kendisini Avrupa Birliği’nin (AB) doğal lideri olarak gören Almanya küresel güç mücadelesinde etkin bir rol oynayabilmek için güvenlik ortaklarına ihtiyaç duyuyor. Çin ve Hindistan gibi Asyalı güçlerin yükselişi ve Rusya’nın saldırgan politikalarıyla sertleşen güç mücadelesinde Türkiye’nin AB’nin karşısında değil yanında olması Berlin açısından rasyonel bir tercih olarak görülüyor. Bunun için Ankara ile özellikle son 10 yılda yaşanan gerginliklerin diplomasi yoluyla giderilmesi ve uzun yıllara sari güvenlik ortaklığının yeniden güçlendirilmesi gerekiyor.
Son olarak, önemli bir enerji merkezi olma yolunda ilerleyen Türkiye’nin; Doğu Akdeniz, Hazar Havzası ve hatta Körfez bölgesi enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılması konusunda ciddi bir rol oynamasının beklendiği düşünüldüğünde alternatif enerji kaynakları arayışındaki Almanya için Ankara’nın önemi artıyor. AB’nin Almanya tarafından da desteklenen yanlış politikaları sonucu Türkiye’nin Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınması konusunda devre dışı bırakılması, bu kaynaklara çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde Almanya gibi ülkelerin söz konusu kaynaklara erişememesi sonucunu doğurdu. Bu nedenle, Almanya ve bazı AB ülkelerinde Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması gerektiğini savunan kesimlerin sayısı artıyor. İsrail’in Gazze’ye yönelik insanlık dışı saldırıları nedeniyle bu ülke gaz sahaları için böyle bir imkan ortadan kalksa da Mısır, Lübnan ve uygun şartlar oluşursa Kıbrıs gazının Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına ulaştırılması söz konusu olabilir.
Rasyonel çizgiyi korumak ne kadar mümkün?
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Türkiye’ye yönelik politikasını rasyonel çizgiden uzaklaştıran lobilere benzer şekilde Almanya’nın Türkiye politikasının da rasyonel bir düzlemde ilerlemesini engelleyen aktörler söz konusudur. İsrail lobisi, Türkiye karşıtı diaspora ve Alman siyasetindeki Atlantikçiler bu aktörler arasında öne çıkıyor.
İsrail lobisinin Almanya ve ABD gibi Batılı ülkelerin özellikle Orta Doğu politikalarının şekillenmesinde çok kuvvetli bir etkiye sahip olduğu sır değil. Lobi, bu ülkelerin her zaman İsrail yanlısı bir politika izlemelerini temin ettiği gibi İsrail’in kendisi için tehdit olarak gördüğü bölge liderlerinin ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından baskı ve yaptırımlara tabi tutulmasını sağlayacak güce de sahiptir. Hatta lobinin sadece Batılı ülkeleri değil, aynı zamanda çok sayıda bölge ülkesini de kendisi açısından tehdit olarak gördüğü yönetimlere karşı harekete geçirebildiği biliniyor. Berlin ziyareti öncesinde İsrail saldırganlığını çok sert şekilde eleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinin engellenmesi, engellenememesi halinde ise hedeflerine ulaşamaması yönünde Almanya’daki İsrail lobisi ciddi bir faaliyet yürüttü. Bu konuda İsrail lobisinin gerek Almanya’daki Türkiye karşıtı diasporadan gerekse bu ülkedeki Atlantikçi çevrelerden destek alması da söz konusu oldu.
Bütün bu çevreler, Almanya’nın da içinde bulunduğu İngiltere, İspanya ve İtalya tarafından üretilen Eurofighter Typhoon savaş uçaklarının Türkiye’ye satılmasının engellenmesi konusunda bir ortaklık içerisindeler. Ankara’nın F-35’ler ve F-16’ların alınması konusunda Washington ile yaşadığı sorunu şimdi de Berlin ile yaşaması için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu çevreler, Türkiye’nin eskiyen hava filosunu tahkim etmek için NATO müttefiklerinden savaş uçağı temin etmesini engelleyip onu alternatif tedarikçiler bulmaya zorlayıp, sonra da S-400 konusunda olduğu gibi yaptırıma tabi tutulmasını istiyorlar. Yukarıda ifade edildiği gibi, Avrupa ülkeleri ve ABD’nin küresel güç mücadelesi açısından bakıldığında yanlarında tutmaları gereken Türkiye’yi bu şekilde ötekileştirmelerinin rasyonel hiçbir açıklaması yok. Ancak, lobiler devreye girip kendi çıkarlarını dayattığı zaman bu ülkelerin dış politikalarının rasyonel çizginin dışına savrulduğunun örnekleri de çoktur.
Özellikle İsrail lobisi, ABD’de yaptığı gibi, Almanya’nın da Türkiye’ye silah satılmasını engellemesini, Türk vatandaşlarının vize almasını zorlaştırmasını, PKK/YPG ve FETÖ gibi terör örgütlerini desteklemesini, Doğu Akdeniz sorunlarında Ankara karşıtı bir pozisyon almasını ve Türkiye’ye yapılacak yatırımların kısılmasını sağlayarak Ankara’yı baskı altına almayı ve İsrail saldırganlığına karşı eleştirel duruşunu yumuşatmasını sağlamaya çalışıyor. Türk-Alman ilişkilerinin son dönemdeki seyri İsrail lobisi ve ona destek veren diğer Türkiye karşıtı çevrelerin bu çabalarında oldukça başarılı olduklarını gösteriyor. Ancak Berlin’in Türkiye’ye yönelik politikasını bu çevrelerin ipoteğinden kurtarıp rasyonel bir çizgiye dönmemesinin sadece Türkiye’ye değil Almanya’ya da ciddi zararlar verdiğini görmesi gerekiyor. Dış politikayı yöneten Scholz-Baerbock ikilisinin aynı partilere mensup geçmişteki Schröder-Fischer ikilisine göre Almanya’nın çıkarlarını lobilerin çıkarlarının üzerinde tutacak bağımsız çizgiye sahip olmamaları ise bu konuda fazla ümitvar olmamamız gerektiğini söylüyor.
[Prof. Dr. Kemal İnat, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.